Edward Hopper Güneşte insanlar

Edward Hopper 22 Temmuz 1882 tarihinde Nyack kasabasında dünyaya geldi. Burası deniz kenarında, son derece sakin ve sessiz bir kasabaydı. Beş yaşında resim yapmaya başlayan Hopper, tüm hayatını bu sanata adayacağından habersizdi.

1889 yılında liseden mezun oldu ve eğitimine sanat alanında devam etmeye karar verdi. Ailesi de bu konuda onu destekliyordu. Orta sınıf bir aileye mensup olan Hopper, 1900-1906 yıllarında New York Sanat ve Tasarım Akademisi’nde eğitim aldı. Buradaki hocası ise Amerikan resim sanatının öncü isimlerinden biri olan Robert Henri idi.

Hopper, Henri’nin verdiği tavsiyelere uydu ve yaşadığı dönemin Amerikan manzaralarını resmetmeye başladı. Bu manzaralar gerçek hayattan manzaralardı ve bu sayede Hopper tarzını da yavaş yavaş buluyordu. İnsanların günlük yaşamlarına ait sahneler resmediyordu. Yaptığı resimler kendisinden sonraki jenerasyona ilham oldu. Amerikanın en önde gelen isimlerinden biri olmasına rağmen hiçbir zaman ün peşinde koşmadı.

Onun resimleri hayatın içindendi, gerçekçiydi. Modern sanat içerisinde hemen hemen hiçbir kategoriye ait değildi. Özgürdü ve bu Hopper’ın en güçlü özelliklerinden biriydi. Kent yaşantıları içinde sıkışmış insanları resmetmeyi seviyordu. Onun resimleri zamanla ‘Amerikan Yalnızlığı’ olarak adlandırılmaya başlandı. Manzaralarında dünyadan dışlanmışlık ve yalnızlık hakimdi. Figürleri sanki dünyadan soyutlanmış gibiydi.

1930’lu yıllarda Amerika’nın içinde bulunduğu zorlu günler Hopper’ın sanatını farklı bir boyuta taşıdı ve eserlerine ciddi bir melankoli hakim olmaya başladı. Yaşanan Büyük Buhran ve ardından İkinci Dünya Savaşı döneminde, büyük şehir yalnızlıkları ve makineleşmiş insanlar resmederek zamanın ruhuna bir tepki göstermeye çalışıyordu.

Edward Hopper Güneşte insanlar

Hopper’ın figürleri her zaman bir bekleyiş içindedir. Ancak bu yalnızlık ve bekleyiş hiçbir zaman sonlanmayacak gibidir. Sanki hepsi umutsuz bir şekilde kaderlerine boyun eğmiş ve zihnen bir boşluğa düşmüş gibi gözükürler. Bu boşlukta her biri yalnız ve üzgündür. Melankolik pozlar vererek uzaklara bakarlar.

1960 yılında yaptığı “Güneşte İnsanlar” adlı eserini ele aldığımızda onun pek çok özelliğini bu bilgilere dayanarak yorumlayabiliriz. Hopper’ın resimleri açık hava kompozisyonu gösterseler bile sahnede her zaman bir sıkışmışlık hissi vardır. Bu izleyiciyi doğrudan rahatsız eden bir detaydır. Ne insan figürlerinin arkasını ne de manzaranın tamamını görebiliriz. Bir grup insan güneşin altında sandalyelere oturmuş, öylece manzaraya bakmaktadırlar. Bir beklentileri yoktur. Bu eser Hopper’ın en kalabalık kompozisyonlarından biri olmasına rağmen yine de yalnızlığı ve zihinsel boşluğu güzel yansıtır. Hiç kimse birbiriyle iletişim kurmaz, konuşmaz ya da her hangi bir mimik göstermezler.

Oturdukları sandalyeden hiç bir farkları yok gibidir. Eşyalaşmışlardır. Güneşlenmelerine rağmen güneş ışığı soğuk renklerle tonlanmıştır. Isıyı hissetmeyiz, tıpkı hiçbir şey hissetmeyen bu figürler gibi, onların manzaraya baktığı gibi biz de onlara bakarız. Renkler soluktur.
Hopper’a, bu eserlerle ne anlatmak istediği sorulduğunda, kendisini anlatmak istediğini belirtmiştir.

Hopper’a göre onun dönemi, yönetildiği insanlar tarafından çaresiz bırakılmış bir nesile aittir. Bu nesil oldukça yorgun ve sıkılgan gözükmektedir. Onlar için kurtuluş imkansızdır. Bütün bunları yaparken en etkilendiği şeylerden biri de doğup büyüdüğü küçük ve sakin kasabadır. Bu kasabanın sessizliği onun hayatında ve sanatında önemli bir yere sahiptir. Nyack kasabasının sakinliği Hopper sayesinde bambaşka bir anlatım diline dönüşüyordu.

Edward Hopper eserlerinde genellikle yalnızlığı ve bu yalnızlığın sona ermeyeceği sıkılgan bir dünyayı ele almıştır. Büyük Buhran, dünya savaşı ve soğuk savaş dönemleri yaşayan ressam aynı zamanda küreselleşme ve teknoloji ile birlikte gelen yalnızlığı da ele almıştır. Soluk ve soğuk renklerle bir araya getirdiği iletişimsiz ve soğuk figürler tam olarak yaşadığı dönemi yansıtmasa da Hopper’ın iç dünyasını yansıtır. Ancak günümüzde; teknoloji, Covid, kapanmalar ve karantinalarla yaşadığımız yalnızlıkları ne şekilde ele alırdı bunu da merak etmiyor değilim…
Okuduğunuz için teşekkürler, sanatla kalın.