Merhaba, ”Kimdir?” serisi başlıyor!
Bundan sonra sanatçıların hayat hikayelerini, eğitimlerini ve sanat stillerini anlatacağım bir seriye başlıyorum. Bu yeni serinin ilk sanatçısı ise altınlarla kaplı eserleriyle tanıdığımız Avusturyalı ressam Gustav Klimt olsun istedim…
14 Temmuz 1862 tarihinde Viyana’nın bir banliyösü olan Baumgarten’de doğan Klimt, kuyumcu bir ailenin çocuğuydu. Küçük yaşlarda resme olan yeteneği ailesi tarafından fark edilen sanatçı 1876 yılında Viyana’daki Sanat ve Zanaat Okulu’na kayıt oldu. Kayıt olmasından kısa süre sonra yeteneği ve hayal gücü ile öne çıkan Klimt, okulun popüler öğrencileri arasına girdi. Kısa süre sonra, henüz 20 yaşına bile gelmeden kardeşi ve okuldan bir arkadaşı ile ortak çalışmaya başladı.
Bu çalışkan ve yaratıcı üç genç kısa süre içinde hem Avusturya Ulusal Tiyatrosu’nun hem de Viyana Sanat Tarihi Müzesi’nin süsleme projesini aldılar.
Ancak bu siparişlerin genel olarak modern sanat anlayışından uzak olması nedeniyle yaptıkları işten memnun değillerdi. Ortaya koydukları süslemeler geleneksel sanatı destekleyen otoriteler tarafından beğenilse ve onaylansa da kısa süre sonra Gustav ve arkadaşları bu tip projelerde yer almak istemediklerine karar verdiler. Daha modern, daha bağımsız bir anlayışa ihtiyaçları vardı. Bu nedenle Sanatçılar Evi adı verilen kuruluştan ayrılmaya karar verdiler. Bu ayrılık o dönemde ‘kopuş’ olarak adlandırıldı. Kopuş veya ayrılma anlamına gelen ‘Sezession’ böyle ortaya çıktı. Genç ve yeni sanatçılar cesur bir birlik kurmuşlardı. Maalesef bu birlik çok uzun soluklu olmadı çünkü Klimt ailesi son derece trajik bir olay yaşadılar.
Klimt’in yeni anlayışındaki ortağı Ernst Klimt 1892 yılında hayata veda etti. Bundan sonra Klimt’in geleneksel sanat anlayışı da değişim geçirecekti…
Klimt bu sezession içinde geleneksel üslubu büyük çoğunlukta terk etmeye başladı. Artık daha basit kompozisyonlar ve daha karanlık hikayelere yönelmişti. Aslında modern sanat içerisinde çok çeşitli bir hareketlilik söz konusuydu. Bir yanda İzlenimcilik puslu atmosferleri ile dikkatini çekmişti.
Diğer yandan sembolizm akımının masalsı dünyasına kapılıyordu. Ancak Art Nouveau’nun süslemeci tarzı onu en çok etkileyen sanat anlayışlarından biri oldu. 1894 yılında Viyana Üniversitesi yönetimi kampüslerinin büyük salonu için Klimt’e felsefe, tıp ve hukuk konseptinde eser siparişleri verdiler. Ancak Klimt eserlerini ortaya koyduğunda yönetim bu resimlerdi beğenmedi. Çünkü bir kampüs resmi için fazla erotik, hatta pornografik sahneler içeriyorlardı. Görselleştirdiği imgeler ise fazla ‘fantastik’ bulunmuştu. Kısa süre sonra sanat anlayışını iyiden iyiye değiştirmeye başlayan Klimt, zenginlerin portrelerini yapmakla öne çıkan bir ressama dönüştü. Bu durumda onu iyi kazanan bir ressama dönüştürecekti. Buna sebep olan tekniği ise resimlerinde altın kullanmasıydı. Babası kuyumcu olduğu için alını nasıl işleyeceğini şeyi bilen Klimt, İtalya ziyareti sırasında da Ravenna’da gördüğü altın Bizans Mozaiklerinden çok etkilendi. Artık konuların daha mitolojik hikayelerden seçen sanatçı oldukça gösterişli ve dekoratif bir tarza sahip olmaya başlamıştı. Çoğu eseri Art Nouveau’nun dekorasyon özelliğine ve sembolizmin gizemine sahipti. Viyana Görsel Sanatlar Derneği resmen Klimt’den nefret ediyordu. Kısa süre sonra tüm modern sanatçıları da reddettiklerini açıklarılar. Bu yıllarda yenilikçi gençler ve gelenekçiler arasında uzun süreli tartışmalar ve ayrılmalar başlamıştı. 1897 yılında Ressamlar Evi adı verilen birlikten yirmiye yakın sanatçı istifa etti. Klimt’i öncü olarak kabul eden bu yenilikçiler kısa süre sonra Viyana Sezession’unu ilan ettiler.
Artık Gustav Klimt geleneksel anlayışın baş düşmanı ve korkulu rüyası oldu. Tüm Avusturya onun adını konuşuyordu. Bu ünle birlikte kadınların ilgisi de Klimt’in üzerinde yoğunlaşmaya başladı. Zaten Klimt’in de ilgisi en başından beri kadınlar üzerindeydi. Bunu resimlerine bakarak bile görebilirsiniz. Erkek figürlerinin yüzlerini genellikle resmetmeyen sanatçı kadınların her anını yakalamak ister gibi resim yapıyordu. Resmettiği erkek figürlerinin yüzleri yoktu. Yani ya bize arkaları dönük şekilde ya da yüzleri örtülü şekilde izleyici karşısına çıkıyorlardı. Belki de buna verilebilecek en güzel örneklerden biri de ”Kiss” adlı eseridir. Buradaki erkek figürü, karşısındaki kadının yüzünün üzerine doğru yöneldiği için tam seçilemiyordu. Hatta çoğu kişiye göre tam alamı bilinmeyen bu eser mutlu bir aşk sahnesini değil zorlama bir durumu yansıtıyordu. Çünkü kadın kendisini resmen kapatmış gibi gözüküyordu. Kadının pek öpülmek istemediğini erkeğin ise öpebilmek için büyük çaba sarf ettiğini söylüyorlardı.
1910 yıllarında ise Klimt’in sanatı bir kez daha değişim geçirmeye başladı. Daha önceki dekoratif ve yoğun süslemelere sahip üslubundan vazgeçerek daha sade kompozisyonlara yönelmeye başlamıştı. Buna verilebilecek en güzel örnek ise Adele Bloch-Bauer’i resmettiği iki eserdir. Altın döneminde yaptığı portrede yoğun süslemesi ve elbette ki altın kullanımı göze çarparken 1912 yılında yaptığı versiyon çok daha sadeydi. Altın yerine daha çok beyazı tercih etmeye başlamıştı. Ancak bu yeni üslubu ileriye götürecek vakti olmadı. Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile mali açıdan sorunlar yaşan sanatçı 1918 yılında felç geçirdi. Hastaneye kaldırıldıktan kısa süre sonra ise zatürre sonucunda ani bir şekilde yaşama gözlerini yumdu.
Klimt aynı zamanda Viyana’nın en çapkın ismi olarak biliniyordu. Hiç evlenmemişti ama etrafı her zaman kadınlarla çeviriliydi. Hatta bir söylentiye göre 45 tane gayrimeşru çocuğu vardı. Onun ilişkilerinde bazı isimler zaman zaman öne çıksa da ilişkilerinin gerçek yüzü hiçbir zaman bilinemedi. Ancak kadın ruhundan anladığı kesindi. Sevgilisi, moda tasarımcısı Emile Flöge ile olan ilişkisi sırasında sanatının modayı etkileyebileceği fark ettiler. Bu nedenle Flöge Klimt’in resimlerindeki dekoratif kıyafet tasarımlarını dikmeye başladı ve bu kıyafetleri satarak Viyana’da başka bir anlamda daha adını duyurmayı başardı. Günümüz moda dünyasını da çok etkileyen Gustav Klimt, tasarımları ile ilk anda tanıyabileceğiniz özel bir görsel sunar bizlere. Hayatı boyunca ailesi ile yaşan Klimt’in özgürlük alanı atölyesi idi. Bu atölyede onlarca kadının çırılçıplak gezindiği ve poz verdiği, Klimt’in ise içine hiçbir şey giymeden üzerine bir entari geçirerek kadınların anlık duruşlarını resmettiği söylenir. Özellikle kızıl kadınlara olan düşkünlüğü de biliniyordu. Bilinen bir diğer şey ise kedilere olan düşkünlüğüydü. Bir atölye dolusu kadın ve kedi ile birlikte resim yapmak Klimt için cennette resim yapmak gibiydi. Yine de Fölge’nin yeri onun için başkaydı. İlişkileri bittikten sonra da yakın arkadaş şeklinde ilişkilerine devam ettiler. Gustav Klimt felçten kurtulup zatürre olduğunda hastanede sürekli onun adını sayıkladı ve son sözleri de; ‘Emile Flöge’ oldu…
Okuduğunuz için teşekkürler, sanatla kalın… ?